Anladığım kadarıyla solun bıraktığı boşluklar başka özneler tarafından dolduruluyorsa sola kalan tek seçenek düzenin bıraktığı boşlukların doldurulması oluyor. Belediyecilik gibi yerel yönetim örneklerine verdiğiniz değer sanırım bundan kaynaklanıyor. Olumsuz anlamda “legalizm” gibi bir şeyden söz etmiyorum.
Yalnız elde kalan tek somut model, bu tür boşlukların doldurulması olunca düzenin görece istikrarlı dönemlerinde (herkesçe kabul edilebilir boşlukların olmadığı zamanlar) "Ne Yapmalı = örgütlenmeli" parolası geçerli kılınmakta. Bu parola, nesnel zorunlulukla öznelliğin kesişmesine işaret ettiğinden olsa gerek, geleneksel bir örgüt modeli dışında “yeni arayışlara” şerbetli gibi görünüyor.
Aslında doğru ve ilerletici siyasal hedefler bu boşlukların doğru saptanması ve açığa çıkarılmasıyken sol-sosyalist örgütlerin yetersiz niceliği ve toplumsal anlamda etkin bir ideolojik/siyasal meşruiyete sahip olmayan niteliği işi “kısır döngü”ye çevirmiyor mu?
**
Bugün herkesçe kabul edilebilir bir boşluk var ortada: siyasal temsil. Ama bu boşluk da kanımca “sosyalistleri güçsüz bırakan apolitiklik değil, doğru siyasetin olmaması” diyerek geçiştirilemez. Bunun tersi de sosyalist örgütler açısından “siyasetini sorgulama, doğru yoldayız” şiarı değil elbette. Bu kısır döngüyü kırmanın yolu “örgütlen” sloganını yıpratmamak için zamanlamasını doğru ayarlamak ve geri kalan zamanlarda ideolojik propaganda yapmaktan geçmiyor mu?
Neyle karşı karşıya olduğunu ve neyin iyi olduğunu bilen/kestiren milyonlarca insan var bu ülkede. Neyin olanaklı olduğunun “gösterilmesi” gerekiyor. Defne’den de gördüğümüz ve sizin de “
Sosyalist solun seçim bilançosu”nda belirttiğiniz üzere görece küçük ve somut kampanyaların dahi olanaklı olana dair bir ideolojik etki yaratması (düzenin bu boşluğundan faydalanamamış olunsa bile) fazlasıyla mümkün.
Peki ya siyasal temsil?